HİPERTANSİYON ve BÖBREK

 

Uluslararası Nefroloji Derneği (ISN) ve Uluslar arası Böbrek Vakıfları Federasyonu (IFKF) 3 yıldır böbrek yetmezliğinin dünyada hızla artması, diyaliz tedavisi gören insanların sayısının giderek artmasının sosyoekonomik sonuçlarını da dikkate alarak, toplumların bu konuda bilinçlendirilmesi amacıyla  heryıl Mart Ayının 2. Perşembe gününü  ‘’ Dünya Böbrek Günü ‘’ ilan etmiştir. 2009 yılı programın  ana konusu ‘’ Yüksek kan basıncı: kan basıncını düşük tut’’ olarak kabul edilmiştir. Bunun nedeni tüm Dünya’da ve tabii ülkemizde de sayıları hızla artan diyaliz ve böbrek nakli hastalarının, primer hastalık nedenlerinin başında birinci sırada diyabet, ikinci sırada hipertansiyon gelmesidir. Kronik böbrek yetmezliğinin önlenmesi bir bakıma hipertansiyonun kontrolu ile yakından ilgilidir. Böbrekler hipertansiyonun hem nedeni hem de kurbanıdır.

Kan basıncının sağlanmasında böbreğin rolü: Hipertansiyon ile böbrek hastalığı ilişkisi, daha doğrusu hipertansiyonun neden olduğu böbrek hastalığı anlamında bir ilişki 19. yüzyıl sonlarından beri biliniyor. Fakat asıl olarak böbrek-kan basıncı ilişkisi 1932 yılında Goldblatt adlı araştırıcının köpeklerde bir böbrek damarının bir klip yardımıyla daraltıldığında yani böbreğe daha az kan gittiğinde kan basıncının ileri boyutta artması ile dikkati çekmiştir. Böyle bir durumda böbreklerden renin denen bir hormon salgılanmakta bu hormon da damarları büzen bir başka hormonu ve tuz tutan bir başka böbreküstü bezi hormonunu uyararak kan basıncını artırmaktadır.Bu mekanizma normalde kan basıncının düşmesini engellemek için vardır. Çünkü kan basıncı düşerse beyin ve kalp gibi yaşamsal organlar dokular kansız kalır. Normal fizyolojik koşullarda kan basıncı düştüğü zaman böbrek iki şey yapmaktadır. Birincisi renin denen hormon salgılanmakta ve damarlar büzülmektedir. İkincisi de tuz atılımı azalmaktadır. Fakat patolojik halde bu hormon fazla salgılanırsa ya da aşırı tuz yenir ya da böbrek tuz atma kapasitesi düşerse (böbrek fonksiyonlarının azalması  gibi) hipertansiyon dediğimiz hastalık ortaya çıkar. Yani ‘’ esansiyel hipertansiyon’’ dediğimiz yaygın görülen hastalık fonksiyonel bir böbrek hastalığıdır. Erken yaşlarda renin mekanizması, ileri yaşlarda tuz duyarlılığı hipertansiyonun oluşumunda daha egemendir.

Hipertansiyon kurbanı böbrek: Hipertansiyon damarları etkileyen bir hastalık olduğu için kalp ve beyin gibi böbrekleri de hedef organ olarak seçmektedir. Buna biz hipertansif böbrek hastalığı diyoruz. Bunun nedeni böbreğin en küçük fonksiyon gören organcığı olan kılcal damarlardan oluşan glomeruller (yumakcık) içindeki basıncın artışı bu organcığın kaybına neden olmakta, böbrekler bağ dokusuyla kaplanarak büzüşmekte ve yetmezliğe gitmektedir. Bu nedenle böbrek rahatsızlığı olmayan bir tansiyon yüksekliği hastasında tedavi hedefi 140/90 mmHg iken böbrek hastalığı var ise hedef daha düşük değer 130/85 olarak kabul edilmektedir. Belirtilmesi gereken önemli bir nokta da şudur: böbrek yetersizliği  damar sertliği sürecini hızlandırmakta kalp damar hastalıklarını ortaya çıkarmakta ve bir kısır döngüye girilip kan basıncı yüksekliği böbrek fonksiyonlarının kaybını daha da ilerletmektedir. Bu tehlikeli,  yaşamı tehdit edici süreçte tetiği hipertansiyon çekmektedir.

Hipertansiyon nedeni olarak böbrek hastalığı: Böbrek hastalıklarının özellikle parankiminin yani idrar yapan bölümlerinin hastalıklarında (nefritlerinde) en sık görülen hatta bazen ilk  belirti hipertansiyondur. Böbreklerin taş ve iltihap nedeniyle hasar gördüğü durumlarda da yine hipertansiyon görülebilen bir belirtidir. Yukarıda sözünü ettiğimiz kısır döngü bu durumlarda da işlemekte kan basıncı kontrol altına alınamazsa böbrek hastalığının seyrini de hızlandırmaktadır. Yani böbrek hastalığı ile hipertansiyon arasında ‘’ tavuk-yumurta ilişkisi’’ vardır.

Böbrek damar darlığı nedenli hipertansiyon: Genç yaş erişkinlerde fibromuskuler distrofi dediğimiz damar kasındaki değişikliklerle ve 40 yaş üzerinde erişkinlerde damar sertliği plağının böbrek damarlarından birini veya ikisini birden daraltmasıyla böbrekten yukarıda açıklandığı gibi renin salgısına yol açar ve  inişli çıkışlı olmayan yüksek boyutta hem sistolik hem de diyastolik hipertansiyona neden olur. Renovasküler hipertansiyon dediğimiz bu hastalık uygun olgularda balon anjioplasti denen bir yöntemle de tedavi edilebilir. Olayın iki taraflı olduğu , anjioplasti gibi yöntemlerin başarılı olmadığı darlığın daha küçük damarları ilgilendirdiği durumlarda böbrek yetmezliği sonucu ortaya çıkar. Yaşlanan nüfus nedeniyle artık bu olguları daha çok görüyoruz.

Tuz ve Hipertansiyon ilişkisi: Yukarıda belirttiğimiz gibi böbreklerin tuz atma kapasitesini aşan boyutta diyette tuz alımı, ya da  kronik böbrek hastalıkları ve ileri yaş nedenli böbrek kitlesinin azalmasıyla tuz atma kapasitesinde azlık hipertansiyonun sık nedenidir. Günümüz toplumunda hazır, hızlı-yemek yeme alışkanlığı, dışarıda yemek yeme zorunluluğu, konserve edilmiş tuzda hazırlanmış yemeklerin sofralarımızda artışı hipertansiyonu olan kişi sayısını artırmış ve artırmaya devam etmektedir.  Hipertansiyon tedavisi olan bir hasta yemeklerde tuz kısıtlamasını sağlayamıyorsa ilaçlarda da yarar sağlayamamakta, hipertansiyonun tehlikeli yaşamsal sonuçlarına katlanmak zorunda kalmaktadır. Tuzlu yeme , tuzlu ağız tadı bir alışkanlıktır. Bu alışkanlığımızı biz çocuk yaşlarda gençlikte kazanıyoruz. Belki erişkin nüfus geçen bir nesildir ama çocuklarımızın gençlerimizin tuzsuz ağız tadına alışmaları sağlanmalıdır. En az %30-40 olasılıkla bir gün ileri yaşlarında onlar da tansiyon hastası olabileceklerdir.

ÖNERİLEN KAYNAKLAR:

1.Hipertansiyon: Ne kadar bilinçliyiz ? Prof. Dr Ali Başçı www.doktorlarsitesi.com.tr

2. www.worldkidneyday.org

3. www.turkhipertansiyon.org